28 Haziran 2012 Perşembe

Hayatı Çözümlemeye Yönelik Analizler Başlangıcı #1



"Yazmasam ağlayacaktım!"


Büyük şehir fenadır, insanı yorar dedi. Yahut -miş'li geçmiş zamanın hikayesini kullanmak daha uygun olur; demişti.Özne belli değil. Gelen geçen bunu söylüyor zaten. KLİŞE. Sus. Hainlik etme. Saygılı ol. Sevgi dolu bak. Şehir hayatını romantize ederek hayal üretimine devam. Durmak yok. İstanbul. Metropol. Bazı olguları kelimelere dökmek duygusallığı yok ediyor. Sevişmenin ilişkiye dönüşmesi gibi.. Zamane örnekleri. Eskiden olsa ilişkinin evliliğe dönüşmesi örneğini de verebilirdim. Eski değil yeniyiz.


112 diye bir otobüs var. Taksim-Altbostancı (Üstbostancı da olabilir). 112, on beş dakikada bir kalkıyor. Geçen çarşamba Beşiktaş'ta veda niyetine bir miktar içip, bugüne kadar başıma gelen talihsizlikleri bir bir anlatırken bu kadar soğukkanlı olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Vakitsizlikten mi acaba? Bütün o senelerden elimde kalan kelimeler durumu o kadar anlatamadı ki.. Ben sahiden ifade yoksunu bir insanım. Benim kendimi ifade edebileceğim bir alan da yok. Hitabet san'atı da kıyafetsiz bünyemde. Çırılçıplak da olamıyorum anılarla; ilk gece sevişiriz sonra beni terkeder diye korkuyorum.


Ben kendimi anlatamayınca durumu daha da içinden çıkılmayacak bir hale sürüklememek adına "en iyisi eve gideyim, bu yolun sonu hayırlı değil" dedim. Otobüs durağına doğru yapılan ufak yürüyüşte toparlayabildiğim kadarını toparladım. Biraz daha yakıp yıkmış olabilirim, emin olamıyorum. Cüzdanımda "biraz para" vardı ama, onu biliyorum. On beş dakikada bir kalkan o güzide otobüsü tam kırk beş dakika bekledik. Ben ve ben ve benim şehir dışından gelen yeni arkadaşım. -Şehir dışından gelen yeni arkadaşımla sevişiyoruz.- Gelmeyince gelmiyor işte 112.. Biraz sarhoş muamelesine maruz kaldıktan sonra Taksim'e doğru taksi ile gidecek arkadaşıma eşlik etmeye, dolayısıyla bir miktar daha futursuzca kendimi yanlış anlatmaya karar verdim. Dolmuş. Sarı dolmuş, otobüsten daha pahalı ama eve yapacağım yürüyüşü elli adım kadar kısaltıyor. (acaba günde kaç adım atıyoruz? bir gün besmelesayacı ile sayacağım.) Arkadaşımla en kısa zamanda tekrar görüşüp salim kafayla beni anlamak üzere vedalaştıktan sonra dolmuştaki son boş yere oturdum. Hemen kalkacağı için kendimi şanslı hissettim.


Yolculuk bedelini ödemek için cüzdanımı açtım. Cüzdanımda varolan "biraz para" yolculuk için yeterli değilmiş meğer. "Yettiği yere kadar" da diyemiyorsun, nereye gitsen yedi lira istiyor kapitalist sarı dolmuş şöförleri. Bir buçuk lira için ezilip büzüldüm. Hemen yanımda üç kişilik bir arkadaş grubu ikamet etmekteydi. İki tane modaya uygun detayları es geçmemiş genç kız ve onlarla uyumu gözden kaçmayan, siyah çerçeveli gözlüğü ile kızlara eşlik eden genç adam.. Ancak ilişki durumu söz konusu değildi, zira adamın sol yanağında iç güveysinden hallice bir ben mevcuttu. Üç kişiydiler ve muhtemelen yeni yetmelerdi. Üniversiteye kapak atmaları karşılığında haftada bir Taksim'e düzenlenen akınlara katılmaya ve eve geç dönmeye hak kazanmışlardı sanki. Zenginlikleri ayakkabı, gözlük, çanta ve cüzdan detaylarından anlaşılıyordu. Halden anlarlar klişesine göz kırpıp cüzdanından dolmuş ücreti çıkarmakta olan kıza "kusura bakmayın, üzerimde nakit para yokmuş; varsa bir buçuk lira verebilir misin?" diye durumu özetledim. İnsani bir durum hani. Üstüm başım dilenci, şarapçı, orospu, sahtekar, kapkaççı, sarhoş, gaspçı, kumarbaz kokmuyor. Hem öyle olsa ne olur? Eve, işe, para, içki ya da günah kazanmaya gidiyor olsam ne olur? Gidiyorum işte! BİR BUÇUK LİRA. On liralık banknotunu bozdursan ne olur? Vermedi KALTAK. İnsani duyguları suratındaki benden ötürü daha gelişmiş olan adam "ben Yıldız'da ineceğim, daha az para alıyorsa benimkinin üzerini sana vereyim" diyerek az gelişmiş insanlığını toplumla paylaştı. Durumu bıyıklı, esmer şöföre aktardığımızda para üzeri vermeyeceğini ve sarı dolmuş olgusunun sosyo-ekonomik tanımını bir kez daha öğrendik. Yapılacak bir şey kalmadığına göre  sarı dolmuşun müdürüne içinde bulunduğum fantastik durumu anlatmanın vaktinin geldiğine kanaat getirdim. Derin bir nefes alarak, kelime aralarında bolca "AH, ŞEY, HMM, OF" gibi utanç belirteçleri kullanarak başladım, devam ettim, bitirdim. Kısa bir sessizliğin ardından, trafik kurallarına ve Aristo mantığına göre gözlerini yoldan ayırmaması gereken sarı dolmuş müdürü en arka köşede oturan bana doğru tüm vücudu, jestleri ve mimikleri ile dönüp "allah allah ya! CIK CIK" benzeri yüklemsiz cümleler sarfetmeye başladı. PEZEVENK. Bir buçuk lira için gecenin bir vakti Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmeye çalışan bir insanı amacına ulaşmaktan çok uzakta, çaresiz kalma, ölümcül riskler alma, rest çekme, yaralanma, tecavüz, cinayet, intihar gibi ihtimallere saldı. Fark etmeden biraz yüksek ve ağlamaklı bir ses tonuyla "müsait bir yerde" inmek istediğimi belirttim. Piç herif hala arada bir bana dönüp CIK CIK demeye devam ediyordu. Durumu idrak eden ön koltuk kahramanı güzel abimiz, kolunun altına aldığı kadınından sıyrılıp sevap işlemeye yeltendi. "Aaa, olur mu öyle şey? Bir buçuk lira için yapılır mı? Ben vereyim lütfen!". Kendini saran adamın gönlünün bir başkasına bu denli cömert davranmasından pek hoşlanmayan kadın da dönüp beni şöyle bir süzdü ama işlenen sevaba müdahale etmedi. Muhtemelen yapılan iyiliğin karşılıksız kalmayacağını, belki de bu iyilik sayesinde birkaç sene içerisinde mutfağında yerini alacak son model portakal sıkacağını düşünüp sustu. Ön koltukta ikamet eden diğer abla da davaya dahil olup EN ÇOK SEVAP İŞLEME YARIŞIna yavaş bir giriş yaptı. Sanırım o da "Allah beni sevdiğime bağışlar belki, Allah rızası için bir buçuk lira nedir ki?" mottosuyla cüzdanını çıkardı. Çok yalnız ve mutsuz görünüyordu. Yorgunluğun da getirdiği yavaşlık ile yarışmayı kaybetti. Ön koltuk kahramanı abimiz bu çirkin "sevap işleme ve zavallı kıza en çok acıma yarışını" kazandı. Şöförler Odası, Türkiye ekonomisi ve insanlık kazandı. Ben kaybettim. Piç kurusu sarı dolmuş müdürü hala söyleniyordu. Paranı aldın, artık sus AMIN OĞLU! Önüne bak! Bütün bu olanlara daha fazla maruz kalmamak için, esasen paramın olduğunun bir göstergesi olan "i-pod"umun kulaklığını takıp gözlerimi kapadım. Gözümün önünden sarı dolmuş müdürünün, tecrübesiz taksim akıncılarının, sevap yarışmacılarının yüzleri silinmedi bir türlü. Defalarca sinirlendim. Sinirden kapalı gözlerim doldu. İnerken ön koltuk kahramanlarına teşekkürü borç bilip, sarı dolmuş müdürüne keskin bakışlar atmayı ihmal etmedim. Gözüm ve göz kapağım arasına dolan sıvıyı boşaltmak, şanzımanı dağıtmamak ve motora daha fazla zarar vermemek adına normalde inmem gereken yerden elli adım kadar önce indim.


Şimdi dağılın orospu çocukları.





"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar 
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da"
 

Edip Cansever.