(Cevaplar 07.01.2013 Pazartesi günü saat 17:00’a kadar bana ya da bölüm sekreterliğine imza karşılığı teslim edilecektir. Mail yoluyla gönderilen ödevler kabul edilmeyecektir)
Ekteki metinde Tuğrul Tanyol, Adnan Özer, Seyhan Erözçelik ve Metin Celal Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiirini bir tür yeniden yazmaya tabii tutarlar ve şiirin hipertekstlerini oluştururlar. Benim sizden istediğim öncelikle bütün örnekleri okumanız ve daha sonra bu “yeni” şiirlerden bir tanesini seçerek bunu orijinal metinle karşılaştırmanız. Bu karşılaştırmayı yaparken yapılan eksiltmelerin ne tür sonuçlara yol açtığına bu eksiltmelerin bize şairlerin poetikaları hakkında bir ipucu verip vermediği noktalarına dikkat etmeniz gerekiyor. Dilerseniz orijinal metni merkez alarak iki “yeni” metni de karşılatırmalı olarak inceleyebilirsiniz. Sizden beklediğim ortaya çıkan metinler ve orijinal metin arasındaki farklara (özellikle şiirleştirme yöntemlerine ve şiir anlayışlarına dair) işaret etmeniz.
(sayfa sınırı: 5 A4 sayfası Times New Roman 12 punto çift aralık).
Kolay gelsin. "
Ama kendi hipertekstimi oluşturup onun üzerinden bir değerlendirme yapmanın, daha önceden derste yaptığım taşkınlıkların şanına yaraşacağını düşündüm. Örneğin, aynı dersin vizesinde Ahmet Haşim ile ilgili bir soruya, Ahmet Haşim bu coğrafyanın en derin gölüdür diye cevap verdim. Yine başka bir derste Orhan Veli ve Ahmet Haşim tartışılırken yaptığım ufak çıkışın üzerine şöyle bir mail attım:
Orhan Veli'nin "İstanbul'u dinliyorum" Şiirini Konuşurken "Ahmet Haşim kafası" diye Feryat Etmeme Dair:
Kendimi ifade hususunda büyük dertlerim var. Bilinçaltı ve bağımsız çağrışımlardan muzdaribim. Freud şu halimi görse "gel kızım bu bilinçaltı kusmuğunda beraber boğulalım" derdi. Diğer yandan da topluma karışamayışıma ufaktan hüzünlenirdi sanırım. Durum genelde şöyle cereyan ediyor: Konuşulan konu akıp gitmekteyken ben bir kelime yahut bir hissiyata kilitlenip, bunları bilinçaltımda hızlı bir şekilde bağımsız çağrışımlarla eşleştirip bazı kelimeler sarf ediyorum. Genelde kısa ve yüklemsiz cümleler çıkıyor ortaya. "Ahmet Haşim kafası" örneğindeki gibi. Sonrası daha da ilginç. Sarf ettiğim kelimeler ile konuşulan konu arasında ben de bir bağ kuramıyorum. Dolayısıyla karşımdaki beni anlamak için bana sorular yöneltse de elimde verecek cevaplar olmuyor. Yalnız üzerine düşününce -ki bu düşünme eylemi bazen günler alıyor- nereden nereye bağlandığımı bulabiliyorum ama mevzunun üzerinden çok sular aktığından pek bir değersizleşiyor fikirlerim.
Sözün özü, ben Haşim'i zihnime soyutluk, anlamda kapalılık ve sembollerin yanı sıra beş duyuya aynı anda seslenebilen bir şair olarak imlemişim. Orhan Veli'nin bu şiirinde de kafaya hitap etmek yerine beş duyuya hitap ettiğini hissedince, biraz da kendi manifestosunu yıkmasının gazına gelince "Ahmet Haşim kafası" çıkmış bulundu ağzımdan..
Not: Size bu maili yazmamın sebebi mandalina kafası sanırım..
Bir dönem bu sancılarla geçtikten sonra finalde üzerime düşeni yaptım ve bu ödevi hazırladım:
Kendimi ifade hususunda büyük dertlerim var. Bilinçaltı ve bağımsız çağrışımlardan muzdaribim. Freud şu halimi görse "gel kızım bu bilinçaltı kusmuğunda beraber boğulalım" derdi. Diğer yandan da topluma karışamayışıma ufaktan hüzünlenirdi sanırım. Durum genelde şöyle cereyan ediyor: Konuşulan konu akıp gitmekteyken ben bir kelime yahut bir hissiyata kilitlenip, bunları bilinçaltımda hızlı bir şekilde bağımsız çağrışımlarla eşleştirip bazı kelimeler sarf ediyorum. Genelde kısa ve yüklemsiz cümleler çıkıyor ortaya. "Ahmet Haşim kafası" örneğindeki gibi. Sonrası daha da ilginç. Sarf ettiğim kelimeler ile konuşulan konu arasında ben de bir bağ kuramıyorum. Dolayısıyla karşımdaki beni anlamak için bana sorular yöneltse de elimde verecek cevaplar olmuyor. Yalnız üzerine düşününce -ki bu düşünme eylemi bazen günler alıyor- nereden nereye bağlandığımı bulabiliyorum ama mevzunun üzerinden çok sular aktığından pek bir değersizleşiyor fikirlerim.
Sözün özü, ben Haşim'i zihnime soyutluk, anlamda kapalılık ve sembollerin yanı sıra beş duyuya aynı anda seslenebilen bir şair olarak imlemişim. Orhan Veli'nin bu şiirinde de kafaya hitap etmek yerine beş duyuya hitap ettiğini hissedince, biraz da kendi manifestosunu yıkmasının gazına gelince "Ahmet Haşim kafası" çıkmış bulundu ağzımdan..
Not: Size bu maili yazmamın sebebi mandalina kafası sanırım..
Bir dönem bu sancılarla geçtikten sonra finalde üzerime düşeni yaptım ve bu ödevi hazırladım:
(Üzerime vazifeymiş gibi…)
Halbuki
korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her
şey naylondandı o kadar
Ve
ölünce ikişer üçer ölüyorduk güneşe karşı
Ama
geyikli geceyi bulmadan önce çocuklar gibi korkuyorduk.
Geyikli
geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil
ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin
şehir bitiminde batmasıyla ağırdan
Hepimizi
vakitten kurtaracak
Bir
yandan toprağı sürdük
Bir
yandan kaybolduk
Büyük
şehirlerden
Gizlenerek
yahut döğüşerek
Geyikli
geceyi kurtardık
Evet
kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç
ev görsek bir şehirden kaçıyorduk
Üç
güvercin görsek İsfahan geliyordu aklımıza
Sokaklarda
gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların
kocalarını aramamasını seviyorduk
Sonra
şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir
bilmez geyikli gece yüzünden
“geyikli
gecenin arkası ağaç
Ayağının
suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal
boynuzlarında bir ay ışığı”
İster
istemez aşkları hatırlatır
Eskiden
uzun adamlar ve aşklar olmuş
Şimdi
de var biliyorum
Bir
seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda
geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir
şey umrumda değil diyorum
Aşktan
ve umuttan başka
Bir
anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde
tüylü tüylü geyikli gece
Biliyorum
gemiler götüremez
Neonlar
ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin
kadıköy’de oturur içerdik iki kişi
Ya
da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz
yavaştan ısınırdı
Koltukaltlarımız
git gide tatlı gelirdi
Geyikli
gecenin karanlığında
Aldatıldığımız
önemli değildi yoksa
Herkesin
unuttuğunu biz hatırlamasak
Duvardaki
yazıyı ve yeni şeyleri
Sadece
yadsımak için seviyorduk
Kötüydük
de ondan mı diyeceksiniz
Ne
iyiydik ne kötüydük
Durumumuz
başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta
ve sonda ayrı olduğumuzdandı
Ama
ne varsa geyikli gecede idi
Bir
bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir
bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Beton
yığınlarının önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz
böylesine kolaydı işte
Hüznümü
büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin
üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut
bir adam bıçaklasak
Yahut
sokaklara ağlasak
Ama
en iyisi çoraplarımızla koşardık
Gider
geyikli gecede uyurduk.
“geyiğin
gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat
ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan
hançerleri gibi ay ışığında
Bir
yanında üst üste kayalar
Öbür
yanında ben”
Ama
siz zavallısınız ben de zavallıyım
Yeni
şeylerle tutunamıyoruz
Tavla
pulları ve soğuk yatsılar
Sevinsek
de sonunu biliyoruz
Borçları
kefilleri ve senetleri unutuyorum
İkramiyeler
bensiz çekiliyor dünyada
Daha
ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup
uzun bir adamı kendim için yakıyorum
İyice
yakıyorum ellerini
Bir
bardak şarabı kendim için içiyorum
“Halbuki
geyikli gece ormanda
Keskin
mavi ve hışırtılı
Geyikli
geceye geçiyorum”
Uzanıp
kendi yanaklarımdan öpüyorum
Merve
Mergen
Hipertekst
üreten şairlerin aynı zamanda okuyucu olma durumundan cesaret almak suretiyle
“Geyikli Gece” şiiri için kendi hipertekstimi üretmeye karar verdim. Bu fikir
ilk başta iddialı gelse de, Derrida’nın yazılan her metnin aslında bir çeşit
hipertekst olma fikri bünyemde bir rahatlamaya yol açtı.
Yeniden
üretmeye çalıştığım bu şiirde yaptığım değişimlerin en belirgin sebebi genel
hat itibariyle kişisel deneyimlerime, anılarıma, hayata karşı duruşuma ve
beklentilerime bağlanabilir. İkinci temel nokta ise bir kadın olarak erkek
kaleminden çıkan şiirin algımda yarattığı sapmaya dayanıyor. Hali hazırda
ödevden bağımsız bir şekilde şiir okurken genelde yaptığım bir şey bu. Sanırım
bu, bir okuyucu olarak şiirle hangi noktadan ilişkilendiğim ile alakalı. Şiirin
içine duhul etme yöntemi olarak yazara yakın hissettiğim bir gerçek. Ne kadar
doğru olduğu hususu ise tartışmaya açık.
Şiiri birçok
kez okuduktan sonra başlık hakkında uzun uzun düşündüm: “Geyikli Gece”. Geyikli
gece bana ne ifade ediyor? Zihnimde ilk canlananlar ıssızlık, doğa, hayvan,
uzaklık, azınlık, şehir olmayan, ışık, ışıksızlık, doğallık, ölüm, uyku ve
kurtuluş oldu. Geyikli gece zamana dair bir şeyi imlemekten ziyade bir mekanı
oluşturdu benim zihnimde. Şehrin ışıklı caddeleri gibi değil de, doğanın
ortasında ama karanlık olmayan bir yer... Doğal aydınlık. Yıldız yahut ayın
aydınlattığı bir yer. İki kişi olunabilen bir yer… Başlık kafamda bir giriş
noktası oluşturduktan hemen sonra mısraları bu nokta üzerinden değişime
uğratmaya başladım.
1.
Değişim:
“Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı” mısrasını “Ve ölünce
ikişer üçer ölüyorduk güneşe karşı” olarak değiştirdim. Vurguyu kalabalık
değil, az olma durumuna çekmeye çalıştım
2.
Değişim:
“Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan” mısrasını “Güneşin şehir
bitiminde batmasıyla ağırdan” olarak değiştirdim. Medeniyet, şehirleşme, beton
bloklar, yüksek katlı evler, insanların düşünemeden yaşayışı ve yaşama uğraşı
sebebiyle “geyikli gece”den uzaklaşmasını anlatmaya çalıştım.
3.
Değişim:
“Gladyatörlerden ve dişlilerden”
mısrasını eksilttim. Toprağı sürmek ve kaybolmak kısmının yeterince anlatmak
istediğini anlattığını düşündüm.
4.
Değişim: “Gizleyerek ve döğüşerek” mısrasında
gizleyerek kelimesi yerine gizlenerek kelimesini kullandım. Geyikli geceyi
somut halinden söküp, zihnimde var olan geyikli geceyi kendimi gizleyerek
kurtarmaya çalıştım.
5.
Değişim:
“Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk/ üç güvercin görsek Meksika geliyordu
aklımıza” mısralarını “Üç ev görsek şehirden kaçıyorduk/ üç güvecin görsek
İsfahan geliyordu aklımıza” olarak değiştirdim. Şehrin olumlu anlamını yıkıma
uğratıp, kendi yaşanmışlığım üzerinden İsfahan göndermesi yaptım.
6.
Değişim:”Caddelerde
gezmekten hoşlanıyorduk akşamları” mısrasında, cadde yerine sokak kelimesini
kullandım. Cadde genişliği, aydınlığı ve kalabalığı imlerken, sokak daha dar ve
seyrek bir anlam katıyor. Şehir içinde var olmak zorunda olmamızdan mütevellit
sancıyı bir nebze azaltmak adına cadde yerine sokak kelimesini seçtim.
7.
Değişim: “Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk”
mısrasını “Kadınların kocalarını aramamasını seviyorduk” olarak değiştirdim.
Aramamak sessizliğin ve sakinliğin korunmasını sağlıyor. Olumsuzluk ekini arama
kelimesine yükleyerek cümlenin bütünün olumlu anlamını koruduğumu düşündüm.
8.
Değişim:
“Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş” mısrasını “Eskiden uzun adamlar ve
aşklar olmuş” olarak değiştirdim. Bir kadın olarak, erkeğin yazdığı şiirde
kendini konumlamasından doğan bir değişim. Uzun adam ise yine şahsi aşk
tarihime ufak bir gönderme.
9.
Değişim: “Gümüş semaverleri ve eski şeyleri/ Salt
yadsımak için sevmiyorduk” mısralarını “Duvardaki yazıyı ve yeni şeyleri/
sadece yadsımak için seviyorduk” olarak değiştirdim. Hayatımda var olmuş ve yok
edilmesinin bir noktadan sonra imkansız olduğu bu iki imgeyi seviyorum ama
sevmemin nedeni bu imgelerle doğrudan kurduğum ilişki değil, yadsıyarak,
olumsuzlayarak var olma çabası.
10. “Kesme avizelerde ve çıplak kadın
omuzlarında” mısrasını eksiltip, “Büyük oteller” yerine yine bir şehir
olumsuzlaması olan “beton yığınları” tamlamasını kullandım.
11. Değişim: “Yahut sokaklara tükürsek/
Ama en iyisi çekip giderdik” mısralarını “Yahut sokaklara ağlasak/ Ama en iyisi
çoraplarımızla koşardık” olarak değiştirdim. Bu değişimin de tek sebebi
zihnimde canlanan acı dolu anılardı.
12. Değişim: “Domino taşları ve soğuk
ikindiler” mısrasını “Tavla pulları ve soğuk yatsılar olarak değiştirdim.
“Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık/ Gölgemiz tortop ayakucumuzda”
mısralarını eksiltip, “Sevinsek de sonunu biliyoruz” mısrasına daha dolambaçsız
bir geçiş yaptım.
13. Değişim: “Oturup esmer bir kadını yıkıyorum/ İyice
kurulamıyorum saçlarını” mısrasını yine bir kadın olarak “Oturup uzun bir adamı
yakıyorum/ iyice yakıyorum ellerini” olarak değiştirdim. Yıkamak eylemi yerine
yakmak eylemini kullandım. Fonetik benzerlikten yararlanıp aslında anlamı
bütünüyle kaydırmayı hedefledim. “Geyikli gecede iki kişi olabilirdik ama
beceremedik” algısını kurmaya çalıştım. Şiirin sonunda Turgut Uyar’ın uzanıp
kendi yanaklarını öpmesi şahsi algımda yalnızlığı imledi ve bir adamı yakarak
bunu vurgulamaya çalıştım.
Bu ödevi hazırlarken benden
istenileni tam olarak verebildim mi bilmiyorum ama daha önce üzerine
derinlemesine düşünmediğim bir Turgut Uyar şiirini sadece zihnimde değil,
gerçek manasıyla kağıt üzerinde değiştirmek fazlasıyla keyifliydi. Sonradan
yazdıklarımı okuyunca bu hipertekstin sadece benim tarafımdan anlatmak
istediğim gibi algılanabileceğini diğer okurların ancak belli noktalarda
üretilen şeyle bağ kurabileceğini ama daha ziyade mevzunun özünden
uzaklaşacağını düşündüm. Zaten tüm şiirlerin başına gelen şey de tam olarak bu
değil mi? Bir okur yahut bir eleştirmen olarak çoğu insanın gözden kaçırdığı
nokta, kelimelerin her insanda farklı manalara tekabül etmesinden mütevellit
tek ve değişmez anlamlar yaratamaması… Hipertekstimin ucuz duygusallıklar
barındırdığının farkındayım ama okuduğum bir şiirin benim içimdeki yansıması bu
şekilde vuku buldu. Ben de elimden geldiğince bunu anlatmaya çalıştım...
Mercan, iyi ki varsın!
Mercan, iyi ki varsın!